Ama Nasıl İyileşirim?

Kendime bir sandalye çektim; tam karşımda eski bir ben oturuyor, susuyor, ama bütün gürültü ondan çıkıyor.

Açıklayayım: İnsan, kendi çocukluğunu yanına oturtmadan konuştuğunda, cümleleri hep birine hitap eder; nadiren kendine döner. O yüzden “ne yapmalıyım?” sorusu acelecidir; çözüm ister, tahammül etmez. Oysa dinamik yönelimde mesele “kime benziyorum?” sorusudur. Çünkü çoğu kez bir başkasına çoğunlukla da erken ve çok tanıdık birine benziyoruz; severken, kızarken, susarken. Hatta yardım isterken bile.

Burada hızlı reçeteler yok. “Üç adımda toparlanma”, “beş maddede huzur” yok. (Vardı da ne oldu? Liste bitti, yine aynı yere döndün.) Benim teklifim, kendi içine eğilen bir dikkat: Savunmaların sesini duyacak kadar yavaş, arzularını itiraf edecek kadar dürüst, kaybını taşıyacak kadar dayanıklı bir dikkat.

Şunu fark etmiş olabilirsin: Hızlı çözüm isteği, çoğu kez suçun yerini sabitleme arzusudur. “Hata kimde?” diye bakmak, “bende ne yaşıyorum?” diye bakmaktan daha rahat. Çünkü “bende” dersen, kapı açılır; içeri rüzgâr girer. Rüzgâr, eski kâğıtları uçurur: annenin ağır bakışı, babanın uzun susması, evin değişmeyen kokusu. Biz o kâğıtların üstüne yeni hayatlar yazmaya çalışıyoruz; mürekkep tutmuyor, dağılıyor. Sonra “niye olmuyor?” diye soruyoruz. (Kâğıdın arkasındaki izleri okumadan yazı düzelmiyor.)

Bir yerde şöyle takılıyoruz: “Ben artık büyüğüm.” Evet, öylesin. Ama içindeki küçük olan o gözü açık, uykusu hafif olan hala seni gece yokluyor. Sevilmek için “uyumlu” olmayı öğrenmişse, bugünlerde de ölçülü kırgınlıklar üretir; öfkenin büyük bölümünü içeride tutar, dışarıya düşünceli bir tebessüm verir. (Düşünceli tebessümlerin masrafı yüksektir; bedelini beden öder, baş ağrısı yazar.)

İlişki tekrar eder. (Bu cümle basit, etkisi ağırdır.) Sen bugün “tesadüfen” seçtiğini sandığın insanda, dün tanıdığın bakışı bulursun. Aynı yerden örselenirsin; aynı yerden vazgeçersin. Sonra “kader” dersin; oysa kader dediğin, alışkanlıkla yağlanmış bir makinedir. Yağı temizlemeden dişli değişmiyor.

Peki “nasıl?” evet, burada duralım. Çünkü “nasıl” kelimesi bize görev verir; ben görev dağıtmıyorum. Yalnızca bir dizi bakış öneriyorum:

İştahın nereye?
Yanlış değil; sadece tanıdık. “Düzeltme iştahın” başkasına mı gidiyor? (Neden kendi payına değil?) Eğer birini “nihayet anlaşılır” kılma arzusuyla sarıyorsan, çoğu kez seni “nihayetinde anlaşılmayan” çocuk haline götürür.

Kimin sahnesi, kimin repliği? Bir tartışmada, sesin yükselmeden önce cümle kimin ağzında başlıyor? Senin mi, yoksa eskiden birinin mi? (Bunun ayırdına varmak, konuşmanın yönünü sessizce değiştirir.)

Ne zaman çok iyisin?
“Çok anlayışlı” olduğun anlar, çoğu kez sınırlarının kaybolduğu anlardır. Anlayış, sınırla güzeldir; sınırsız anlayış, sessiz bir öfke biriktirir.

Çizgi nerede kırılıyor?
Çocuk çizimlerinde kırık çizgiler rastlantı değildir; el titremesi değil, iç titremesidir. Senin gün içindeki “kırık çizgin” nerede? (Toplantıda yutkunurken mi? Telefonda gülümserken mi?) Orada bir şey söylenmek istiyordur.

Yer değiştiren ağırlık. Bazen canın sıkılmaz; canın “yer değiştirir”. Bir bakarsın, midende oturuyor; sonra sırtına çıkar. Ağırlığın dolaşımı, konuşulamayan şeyin rotasıdır.

Bunlar “yapılacaklar” değil; bakılacak yerler. Çünkü karar, hep sende kalmalı. (Ucuz farkındalık yoktur; varsa, bir reklamdır.)


Şimdi zor kısmı söyleyeyim: Belki de hiç kimseyi kurtarmayacaksın. Çünkü “kurtarma” kelimesi, içinde üstün bir yalnızlık taşır. Onun yerine şunu hayal et: Konuştuğun kişi, yanında(tam yanında)oturuyor. Üstten değil; yan yana. Birisi anlatıyor, diğeri tutuyor. (Bion’un dediği gibi, tutulmayan duygu düşünceye dönmüyor.) Belki bugün yalnızca tutacaksın: kendi duygunu, karşındakinin bakışını, odanın sessizliğini. Tutmak, düzeltmekten daha uzundur; ama daha derine iner.

Bir itiraf: Hepimiz biraz gecikiyoruz. Kendi hayatımıza, kendi yaşımıza, kendi öfkemize. Gecikince telafiye sarılıyoruz; hızlıca “iyi” olmaya çalışıyoruz. O hızda en çok “ben” kayboluyor. O yüzden bu metin, seni hızlandırmak için değil, yavaşlatmak için yazıldı. Yavaşlayan şey, anlamdır. Anlam gecikmeyi sever; aceleye gelmez.

Sonunda şunu diyeceksin belki: “Peki, bundan sonra ne yapacağım?”
Buna cevap vermeyeceğim. Bir cümle önerebilirim yalnızca, sakince: “Şimdi bende ne oluyor?”
Bu cümle, bir kapı. Ardını sen açarsın; içerdeki o eski sandalyeyi nereye koyacağına da sen karar verirsin. 

Ve evet, iyileşme bazen tam da budur:
Başkasını düzeltmekten vazgeçip, kendine bir sandalye daha çekmek. (Gürültü azalır, susuş konuşmaya başlar.)